NİVTRA (ŞEHR-İ HUZUR)


BİR GARİP GEZGİN

Bir varmış bir yokmuş…

Saatlerin çarkları gıcırdamaya başladığında, güneşin en sıcak, ayın en yüksek veya yıldızların en parlak olduğu zamanlarda hazır olurmuş Gezgin macera dolu yolculuğuna. Yanında rota belirleyen, zor durumlarda kullanabileceği sihirli kutusu ve bir torba dolusu akide şekeriyle diyar diyar gezermiş. Bu diyarlarda yardıma ihtiyacı olanlara arkadaşlık yapar, kendini keşfeder ve doğduğu şehre geri dönüp ismini seçermiş. Gel zaman git zaman bir sürü hikayeler, maceralar, anılar başlamış ve bitmiş ki içlerinden en garibi bu yolculuğa çıkana kadar. 

NİVTRA (ŞEHR-İ HUZUR)

Rivayete göre uzun yıllar önce ormanlarının derinliklerinde altın renkli geyiklerin yaşadığı, amazonların “yeşil diyar” diye adlandırdığı, şimdilerde ise yaş almışların ŞEHR-İ HUZUR olarak bildiği şehirdir NİVTRA. Nivtra’nın on iki ayının beşi yağmurluyken diğer dört ayı ılıman, iki ayı karlı ve bir ayı da sıcaktır. Yerliler en çok yağmurlu ve ılıman zamanları severler. En sevilmeyen zamanlar ise karlı geçen iki aydır. O zaman yaşam neredeyse durma noktasına gelir. Sıcak olan bir aylık zamanda ise Nivtra sakinleri bölgenin en yüksek yerine çıkar, orada konaklar ve yıldız hareketlerini izlerler. Nivtra alan olarak küçüktür ama doğal zenginlik açısından büyük olanaklara sahiptir. En çok orman, en çok canlı çeşitliliği ve en sağlıklı kaynak suyu buradadır. Olumsuz özelliği ise, ulaşım yolları engebeli ve tehlikelerle doludur. Bu yüzden deniz yolculuğu tercih edilir. Şehir dağın eteklerine doğru uzanan bir alanda kurulmuştur. Evleri çok katlı, sokakları geniş değildir ama büyük bir meydanı vardır. Tüm zanaatkarlar ve sanatçılar burada yaşarlar. İşleri onların evleri, hayatlarıdır. Zaman zaman yerliler temel geçimlerinden artanlarla bu zanaatkarlar ve sanatçılardan takas yaparlar. Sonuç olarak en nazik, en anlayışlı, en güler yüzlü ve en sıradan insanlar da burada yaşar.

BİR AYRILIŞ

Nivtra’da sıradan güzel bir günde, sıradan bir sokakta Gezgin akşam güneşinin verdiği melankoliyle birlikte görevini yerine getirebilmek için adımlarını hızlandırdı. Eve varması gereken saatin en az on dakika öncesinde orada olması gerekiyordu. Bu ayrılışı olabildiği kadar hızlı yapmalıydı çünkü herhangi bir karışıklık halinde tüm rota değişebilir ya da yolculuğa hiç başlamayabilirdi. Gezgin çok geçmeden eve gelmiş ve koridorun sonundaki, akşam güneşinin sıcak bir dokunuş yaptığı odaya girmişti.

Küçük ortak yatağın üzerine oturmuş elinde kutu ile Gezgin’i bekliyordu. Gezgin elindeki bir torba dolusu akide şekerini küçük ortağına gösterdi ve hafif eskimiş ama sağlam görünen kutuyu ondan aldı. Kutu önceki Gezgin’lerin ve ortaklarının bildiği gibi akide şekeriyle (tatlı rüşvetlerle) çalışırdı. Küçük ortak: “Umarım yeteri kadar şeker almışsındır” dedi. Gezgin kendinde emin bir şekilde: “Merak etme yeterli olacaktır.” şeklinde cevap verdi.

Her şeyin yolunda olduğunu hisseden Gezgin koridorun sol köşesinde kalan, kapısında mavi, beyaz ve pembe tüller asılı olan odasından önceden hazırladığı sırt çantasını aldı ve hızlıca evden ayrıldı.

BİR ZİYARET

Hava iyiden iyiye kararmıştı. Gezgin yolculuğa çıkmadan önce bazı tavsiyeler almak için eski bir Gezgin olan İlma’nın yanına gitmişti. İlma, görevlerini yerine getirmiş ve sonrasında Nivtra’ya geri dönüp adını almıştı. O Nivtra’nın en güzel bahçesine sahipti. Bahçesinde envai çeşit çiçek vardı. Gezgin evin bahçe kapısını aralar aralamaz evi çevreleyen küçük sarı ışıklar yanıverdi. Eve doğru yürürken yolun iki tarafı boyunda sıralanmış olan çiçeklerin kokusu onu mest etti. Kapıyı İlma’nın küçük ortağı açtı. Evin yerini bilmesine rağmen bu zamana kadar içeriye hiç girmemişti. Ev tahmininden de geniş ve aydınlıktı. “Umarım rahatsızlık vermiyorumdur ama acaba İlma evde mi?” diye sordu. Küçük ortak gülümseyerek: “Biz de sizi bekliyorduk” dedi. Şaşkınlığını belli etmemeye çalıştı. Arka bahçeye doğru Gezgin’i yönlendirdi. İlma küçük beyaz masanın yanında oturmuş göle doğru bakıyordu. 

“Ne kadar güzel bir ev, ne güzel bir manzara” diye mırıldandı kendi kendine. İlma tebessüm ederek “Sonunda buradasın sevgili Gezgin” dedi. Gezgin utangaç bir tavırla İlma’nın yanına geldi. “Merhaba İlma, evden olabildiğince erken çıkmaya çalıştım malum ne kadar çok insan o kadar çok veda…” dedi. İlma: “Maalesef ama olması gereken bu biliyorsun. Senin şimdi bana bir takım soruların olacaktır. Mesela benim geleceğimi nereden biliyordun? Yolculuklarda neler olacak?” dedi. Gezgin kafasıyla onayladı. İlma: “Seni fazla yormadan sırasıyla cevaplayayım istersen. İlk olarak seni bu sabah alelacele bir şekilde akide şekeri alırken görmüş benim küçük ortak. Sabahın bu saatinde tatlı krizin tutmadıysa ya da hamile bir tanıdığın yoksa bunun tek anlamı var, vakit gelmiş ve kutu için tatlı rüşvetler hazırlanmaya başlanmış demektir” dedi gülümseyerek. “Lakin bundan sonra senin neler yaşayacağını ya da neler yapman gerektiğini ben söyleyemem Gezgin. Bunlara sen karar vereceksin.” 

Gezgin kafasını göle çevirerek: “Her Gezgin kendi kaderini yine kendi belirler ama bir şey takılıyor aklıma. Ya gelemezsem, gelmek istemezsem ya da görevlerimde başarısız olursam ne olacak?” diye sordu. İlma Gezgin’in ellerini avuçlarına aldı ve kısık bir sesle: “Sakın korkma ve unutma eğer kalbinden sevgiyi, ruhundan cesareti ve aklından bilgiyi eksik etmezsen buraya geri döner, en güzel ismi de kendine seçersin sevgili Gezgin. Ama aramızda kalsın edineceğin herhangi bir isim şimdikinden daha güzel olmayacak. Hadi bakalım yolculuk vakti” dedi ve “yalnız kaldığında yazarsın iyi hissettirir” diyerek bir defter uzattı. Gezgin tebessüm ederek gemiye binmek üzere oradan ayrıldı.

SEFER-İ CÜMBÜŞ

Gezgin limana inmiş ve yolculuğa tüm ışıklarıyla hazır olan SEFER-İ CÜMBÜŞ’e binmişti. Gemi hareket ederken akşam ışıklarındaki Nivtra’yı gözden kayboluncaya kadar seyretti. Artık hazırdı. Çantasındaki bir torba dolusu şekerden bir tane ağzına atıp kutuyu eline aldı. Gözlerini kapatarak kutuyu üç kez salladı. Gözlerini açtığında kutunun üzerinde bir pusula belirdi. Pusula batıyı işaret ediyordu. “Batıda hangi şehirler vardı?” diye geçirdi aklından. Kulağında cılız bir çınlamayla gökyüzündeki parlayan yıldızlara baktı.

“Gecenin kraliçesi ay, yol gösterici yıldızlar, gökyüzünün mücevherleri, ben Bir Garip Gezgin’im. İzin verin kalbimdeki sevgi, ruhumdaki cesaret ve aklımdaki bilgiyle yol alayım. Işıksız kalmış, hiç çiçek açmamış, hiç şarkı söylenmemiş diyarlara dokunayım.”