BİR KENT OZANI'NIN YAŞAMA DOKUNUŞU...


Masal tadındaki şarkılarının yanısıra kaleme aldığı öykü ve şiirleri ile yaşama renk katarken, son albümünde “Miş” ile soruyor içinin rengini. Ekliyor “Ama yolum çok, yolum çok uzun. Ama yolum dar, küçüçük sokaklar”.
Merak ediyoruz ne öyküler, ne sürprizler bekliyor bizleri…
Kendi tabiri kent ozanı Jehan Barbur’la Savra’da buluştuk. Müzikle başladık, renkli kişiğine ve her konuya değindik…

Sizi farklı kılan yönlerinizden söz etmeyi arzu ediyoruz ropörtajımızda. Sizin için tabir edilen “Kent Ozanı” deyimiyle sohbetimize başlayalım mı?
Ozan geleneği deyince Türkiye’de akıllara Aşık Veysel, Karacaoğlan, Erzurumlu Emrah gibi daha sayabileceğimiz bir sürü abdal geliyor. Ellerinde cura, saz, bağlama vb. enstrümanlarıyla gezerek çoğunlukla pastoral hikayeler anlatan kişilere ozan deriz, ozanlık bir gelenektir. İlk albümüm “Uyan” çıktığında bu ne tür bir müziktir şeklinde birçok yaftaya kurban gitti. Caz diyerek işin içinden sıyrılmaya çalıştılar. İlk albümde caz üyeleri mevcut, daha farklı formlar da var, ruhuna bakacak olursak daha türki. Bu sebeple kent ozanı tabirini çıkardım. Başta ziyadesiyle taşlandım. Aşık Veysel ve minvali kişiler ile aşık atmaya çalışıyorum gibi algılandı. Şehirde sıkışmış, oradaki aşkı, hayatı, siyasi durumun ifrazını bir şekilde bir kadının gözünden anlatmaya çalışıyorum şeklinde çeşitli gazetelerde düşüncelerimi ifade ettim. Benim gibi, Birsen Tezer, Ceylan Ertem kendi kalemimizle, kendi prodüksiyonumuzla el yordamıyla müziğimizi ortaya çıkardık. Sena Şener, Evren Cangündüz’den tutunda Kalben’e kadar beğenin ya da beğenmeyin günün sonunda taktir edeceğiniz müzisyenler doğdu. Ceylan Ertem'in bir röportajında söz ettiği gibi aslında biz birbirimize el veriyoruz. Ne onlar aldıkları eli ne biz aldığımız eli unutmuyoruz. Bu bir ozanlıktır başka birşey değildir.

Günümüzde sözleri anlam ifade etmeyen, sadece ritmik anlamda var olan, kısa sürede yok olup giden çalışmalar oldukça fazla. Sizin ifadenizle hikayesi olan şarkılarınız bunlara birer tepki midir?
Hayır, tepki bir zaman kaybı olur. O sisteme karşı duruş sergilemek, yarışmak için sisteme denk birşey yapmamız gerekiyor. Albümlü 10 yıl, albümsüz 10 yıl olmak üzere 20 yıldır bu işle uğraşıyorum. Müzik konusunda azıcık kelam etme hakkım olduğunu düşünüyorum. Ama dönüp baktığımızda örnek aldığımız insanlar da piyasadaki şarkıları eleştirmedi, kendi müziklerini yapmaya devam ettiler.

Jehan Barbur’un henüz tanışmadığımız, saklı kalan yönlerini bizimle paylaşır mısınız?
Ukalalık olarak değerlendirmezseniz sorunuza şöyle cevap vereyim. Çok yönlü biriyim. Müziğin yanısıra bir dönem tiyatro ile de ilgilendim. Sahne insanında oyunculuk da vardır. Cilve, naz, flörtözlük; bunların hepsi zaten oyunculuk gerektiren şeylerdir. Sahne duruşu önemlidir. Sahnede öylece durur şarkınızı söylersiniz ama öyle bir el hareketi yaparsınız ki seyirci bundan etkilenir. Bazen canımız şarkı da söylemek istemiyor ancak perde açıldığında vanaları kapatıp oyuncu tarafınızı ortaya çıkarıyorsunuz. İyi yemek yaparım, iyi balıkçıyım, organizasyon işlerinden anlarım. Dekorasyon yapmayı da severim. Bana sıfırdan bir ev verin onu size baştan aşağı dekore ederim. Bunlar hayatımın belli noktalarında yaptığım şeyler, hayatıma kattığım renkler. Günün sonunda şöyle bir karar aldım. Aynı anda kitap yazmak, tiyatro yapmak, konsere koşmak için bölünmektense profesyonel olarak birşey yapmam gerektiğine karar verdim.
Kitaplarınıza da değinelim. Yazmaya nasıl başladınız?
Her ergen sivilceli kız çocuğu gibi ben de 14 yaşlarındayken başladım yazmaya. Yazmak bana iyi geldi. Bir müddet sonra dergilere yaza yaza yazılarım birikti. Matbu hayata geçiş başladı. Bunun dışında babalarıyla olan ilişkilerini konu aldığım röportajlardan oluşan “Baba Hikayeler” kitabı ortaya çıktı.

Baba Hikayeler’in başlangıç noktasını bizimle paylaşır mısınız?
Baba mefhumunu çok sorguladığım için, toplumda neden bu kadar kadın, erkek-baba gölgesinde yaşıyor noktasında bu konuya eğildim. Annelik içgüdüsel ama babalık değil. Travmanın başladığı ilk yer orası. Çocuklara anneleri ve büyükleri babayı o denli evin reisi olarak ifade ettiler ki, çocuklar babalarını kahramanları olarak görmeye başladılar. Baba denen erk böyle bir toplumsal rolü nereye koyacağını bilemeyince tüm sakarlıkları altında evlat eziliyor.

Albümleriniz ve kitaplarınızda isimler göze çarpıyor. Alelade değil hikayelerden ortaya çıktığı anlaşılıyor, ne dersiniz?
Aslında hepsi sebebini anlatıyor. O anda ruh halim ve hayat şeklim, sorguladıklarım hikayelerimi oluşturuyor. “Evim Neresi”, o dönemde nereye aidim sorusunu kendime çok sormuştum. “Sarı” bana huzur veren, Yeşilçam filmi tadında, daha nostaljik, daha analog hissettirdiği için. Bahar aylarında yosun tutan çatılara, o yersizlik durumuna ithafen “Çatıdaki Çimenler”i yazdım.

İçerik ve öykü olarak sizde iz bırakan albümünüz ya da şarkınız var mı?
Kendim kendimi etkiliyor muyum bilmiyorum, ancak 1000’e yakın konser verdim ve şarkılarımı defalarca söyledim. Her seferinde şarkılara biraz yabancılaşıyorsunuz. Ara sıra açıp dinlediğim şarkılarım var. Bazen ben bile kendime iyi gelebiliyorum. Ben gibi değilmişim hissini tattığım şarkılarım var. “Nafile”, “Neden”, “Güzel Adam”, “Ardışık” ve “Miş” benim için öne çıkanlar.

Bodrum size neyi ifade ediyor. Sizin gözünüzden Bodrum'u dinleyebilir miyiz?
Bodrum'u çok sevdiğimi söyleyemem, kışın merkezdeki o boş sokakları gezmeyi seviyorum çünkü yazın istila altında. Ben Gümüşlük insanıyım. Kışını da yazını da seviyorum. Deliliğimizin kimse tarafından hakir görülmediği bir yer Gümüşlük. Doğasını seviyorum, garip bir iyileştiriciliği var.

Jehan Barbur gündelik yaşamında neler yapmaktan hoşlanır?
Yemek yapmayı çok seviyorum. Vejetaryenim ancak balık severim. Sofralar kurup misafir ağırlamayı, uzun dost sohbetlerini çok seviyorum. Gümüşlük’te bir köy evinde yaşıyorum. Bahçemle uğraşıyorum. Kitap okumak bana çok iyi geliyor ve aslında ne kadar çok şey bilmediğimi fark ediyorum her okumamda.

Aşk hakkında söyleyecekleriniz var mı?
Çocukluğumda bana ne olmak istiyorsun diye sorduklarında aşık olmak istiyorum derdim. Bu isteğim illa ki bir adama duyulan aşk değil hayata duyulan aşkı ifade ediyordu belki de. Yıllar içinde aşkta kendime pek yarar sağlayacak birşey yaşayamadım.

Kadın yönelik şiddete dair söyleyecekleriniz var mı?
Öncelikle kadınları, anaları eğitmek gerekiyor. Çünkü bu adamlar korkmuş, sinmiş, ahlakçı ve gelenekçi olmak adına evine kapatılmış, kendi gücünü ortaya koymaktan yoksun analardan doğuyor. Kadın güzel bir estetik. Bir kere neden erkek hakları değil de kadın hakları diye birşey var. Demek ki erkeklerin hak ile ilgili bir sorunu yok.

Albüm ve konser çalışmalarınıza kısaca değinelim mi?
6. albümüm için birkaç şarkım hazır. 4. kitabım yolda. Üniversite söyleşileri ve imza günleri artık rutinimiz oldu. Yeni albüm için biraz daha çalışmaya ihtiyacım olduğunu düşünüyorum. Arada belki bir single yapabilirim. Fırat Tanış'ın hediye ettiği bir “Behçet Necatigil” şiirinden oluşan eseri çıkarmak istiyorum.